Göksun ve Çevresinde İskânlar


Konar-Göçer İskânı

1707 senesine ait cemaatlere ait bir defterde Göksun’a tabi Kanlıkavak, Kızılcık ve Kavşud cemaatlerinin isimleri geçmektedir. Kanlıkavak, Kızılcık ve Kavşud aynı zamanda Göksun’un köyleridir.

Anadolu nüfusunu oluşturan kitlelerin önemli bir kısmı hayatlarını konar-göçer olarak devam ettiriyordu. Yazın yaylalarda, kışın daha engin kesimlerde sürülerini otlatan konar-göçerlerin yayladıkları yerlerden biri de Göksun idi. Bölgenin yayla olmasından dolayı Maraş ve Çukurova’da kışlayan Türkmenler yaz aylarında Göksun’a çıkıyorlardı.

Osmanlı Devleti konar-göçerleri daimi bir şekilde iskâna tabi tutmak için yüzyıllar süren uğraş vermiştir. Devletin yapmış olduğu iskân çalışmalarına göre, 18. yüzyılın başlarından itibaren Göksun ve çevresine Tecirli, Cerit, Lekvanik, Kırıntılı, Bozdoğan ve Afşar cemaatleri gönderilmiştir. Dulkadir Ulusu olarak da adlandırılabilecek bu cemaatlerin, bugünkü Göksun halkının temelini oluşturduğunu söylemek mümkündür. Konar-göçer bir hayat tarzı benimseyen bu aşiretlerin, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yerleşik hayat süren halkın mallarını yağmaladıkları görülmesi üzerine, Osmanlı Devleti bu aşiretleri, güvenlik açısından, başka bölgelere, zorunlu göçe tabi tuttuğu, diğer bir deyimle sürgüne gönderdiği yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır. Genellikle Rakka ve Kıbrıs’a sürgün edilmekle birlikte, ziraat yapmak, vergi vermek ve asayişi temin etmek şartıyla, bu aşiretlere arazi verildiği görülmekteyse

de sürekli bir yerden başka yere giden konar-göçer hayatlarını devam ettirmişler ve dağılmışlardır. Osmanlı yönetimi bu aşiretleri zorunlu iskâna tabi tutsa da ancak kısmi başarı elde edebilmiştir.

1710 yılında Lekvanik ve Kırıntılı cemaatleri Göksun ve Mağara’da (Tufanbeyli) yaylamak ve Çukurova’da kışlamak üzere iskâna tâbi tutulmuştu. Ancak 1726’da Lekvanik ve Kırıntılı cemaatlerinin bir kısmı yerleştirildiği Göksun ve Mağara (Tufanbeyli) tarafını terk etmişlerdir. Bunun sebebi ise, bölgede bulunan malikâne mutasarrıflarından Hasan ve Veli adlı şahısların, cemaat mensubu Türkmenlerden fazla vergi talep etmeleridir. Bunlar daha sonra Nevşehir taraflarında iskâna tabi tutulmuştur.

Genellikle kış mevsimini Çukurova’da, yazları ise Göksun yaylalarında geçiren ve hayvancılıkla uğraşan ve hayvan ürünlerini işleyerek satıp geçimlerini sağlayan bu aşiretler arasında toprak ve hâkimiyet mücadeleleri olmuştur. Bozdoğan ve Tecirli aşiretlerinin birleşerek, Afşar ve Cerit aşiretleri ile yaptıkları uzun süreli mücadelelere Göksun’un sahne olduğu bilinmektedir. Bu aşiretler arasındaki mücadeleler ve yağmalamalar, Maraş-Elbistan-Göksun-Gavurdağı yöresinde güvenliğin bozulmasına sebep olmuştur. Bu mücadelelerden zarar gören yöre halkı, Bab-ı Ali’ye başvurarak, Maraş ve civarını idare etmek üzere, bu bölgeden bir kaymakam atanmasını talep Etmişlerdir. Ayrıca, Göksun’da bulunan askeri erkândan ve Maraş’ın eski ailelerinden olan Ahmet Paşa’nın da bu görev için en uygun kişi olacağını tekliflerine eklemişlerdir. Ahmet Paşa, davet üzerine, Göksun’dan hareketle Maraş’a gelmiş ve bölgede aldığı tedbirlerle aşiret mücadele ve yağmalarının azalmasını sağlamış ve bu aşiretlere “görev verme” usulüyle onların asayişi bozmalarına engel olmuş ve güvenini kazanmıştır. Böylece Tecirli, Cerit, Afşar ve diğer aşiretlerin reislerini yanında toplayarak, yöredeki asayişi sağlamaya çalışmıştır. Bu aşiret reisleri, Göksun’da bir meclis toplamışlar ve Ahmet Paşa’yı Maraş kaymakamı olarak görmek istediklerini, Maraş’a yeniden bildirmişler, aksi takdirde şehre saldıracakları ültimatomunu göndermişlerdir. Maraş tarafından istek kabul edildiyse de Ahmet Paşa ve aşiret reisleri, şehre saldırmışlar, 1855’te Maraş’ta Tecirli isyanını çıkarmışlardır.

Bu isyanlar sırasında Zeytun (Süleymanlı) Ermeni eşkıyaları zulümlerde bulunmuş ve Göksun’da da asayişi bozup, halkın huzurunu kaçıran olaylar çıkarmışlardır. Bu isyan ve mücadeleler Göksun’un epeyce zarar görmesine sebep olmuş ve 18-19. yüzyıllara ait kaynakların tahribatını sağlamıştır.