Göksun Tarihinin İlk Dönemleri


Göksun ve yakın çevresinin tarihi çok erken dönemlere uzanır. Tarihi Hititlere kadar çıkan Göksun’un Eskiçağ’da bir kasaba merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Göksun’un bilinen dönemi ise Roma İmparatorluğu ile başlamaktadır. Daha sonra Bizans hâkimiyetine geçen Göksun bu dönemde kaynaklarda sıkça geçmeye başlamıştır.

 

Kaniş koloni çağında Göksun’un, Kayseri-Kaniş-Mezopotamya yolu üzerinde küçük bir yerleşim merkezi olduğunu tahmin ediyoruz. Asur Koloni çağından sonra bölgeye M.Ö. 2000’li yıllarda Büyük Hitit İmparatorluğu hâkim olmuştur. Günümüzde Kalepark olarak adlandırılan Göksun’un içindeki höyük de Hititlerden kalan bir höyüktür. Bundan başka Göksun ve çevresinde Hititlerden kalan pek çok höyük bulunmaktadır.

 

Göksun ve çevresinde pek çok tarihi kalıntı, bölgenin çok eski bir yerleşim yeri olduğuna ve pek çok medeniyetin hüküm sürdüğüne işaret etmektedir. Bu kalıntıların bir kısmı Hititlere ait kaya mezar ve yerleşim yerleri olmakla birlikte çoğunluğu Roma ve Bizans dönemlerine aittir. Yaptığımız incelemelerde Göksun höyüğü üzerinde pek çok seramik parçaları halen görülmektedir. Bu höyük üzerinde görülen harçlardan Romalılar zamanında da buranın yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır.

 

Yapılan araştırmalarda Göksun merkez, Taşoluk, Uzunyelek ve Çataltepe köylerinde kaba ve iri taşlardan dolmen tekniği ile yapılmış, doğu-batı istikametine uzanan 3-4 m. uzunluğunda mezarlara rastlanmıştır. Buralarda kırık çanak parçaları bulunup bunlar Bakır devrine ait olduğu gibi, Roma devrine ait olanlara da rastlanmaktadır. Yapılan yüzey araştırmalarında Çataltepe köyü yakınlarında Tekerektepe üzerinde bir höyük tespit edildiği gibi, Göksun yaylalarında pek çok dikili taşlar olup bunlar menhir tipi mezarlardır.

 

Göksun’un batı bölgesi köyleri ve dağlarında pek çok tarihi bölgeye rastlamak mümkündür. Yaptığımız yüzey araştırmalarında Hançerderesi ile Göksuderesi arasında kalan Kırıkkilise, Kazandere, Kaleboynu, Kıtkuyu, Hacıkodal, Büyükçamurlu ve Küçükçamurlu, Büyük ve Küçükkutu gibi köylerde Hitit, Kapadokya satraplığı, Selefkos, Roma ve Bizans dönemine ait sunak, kilise, hamam, amfi tiyatro, kale, kaya mezarı ve kaya evler gibi tarihi mekânlara rastlanmıştır.

 

Kazandere köyünde bulunan kaya mezarları ise M.Ö.2000’li yıllarda bölgede yaşayan Hititlere ait olmalıdır. Yine Kırıkkilise üzerinden Kazandere köyüne giderken yolun sol tarafında pek çok kaya mezarı bulunmaktadır. Bu mezarların bulunduğu bir kaya kütlesinin üzerinde ise insan uzanamayacak kadar yüksekte bir Hitit kabartma resmi yer almaktadır. Yağmur ve kar sularının kayanın üstünden aşağıya doğru akmasıyla yıpranan bu kaya kabartması bir kartal ile yanında bulunan bir aslan figüründen oluşmaktadır. Burada bulunan aslan figürü Hitit dönemini andırmaktadır. Daha iyi incelenmesi halinde bir kaya yazıtının da bölgede bulunma ihtimali yüksektir. Bu kabartmanın bir benzeri de Kayseri’nin Tomarza ilçesinde bulunmaktadır. Buralarda Hititologlar tarafından yapılacak ciddi araştırmalar bölgenin İlkçağ tarihini aydınlatmaya yardımcı olacaktır.

 

Göksun’un Yağbasan1 olarak adlandırılan ve Farsak köylerinin bulunduğu bölgede Hançerderesi denilen kanyonun kenarında Aybastı kalesinin önemli bir tarihi alan olduğu anlaşılmaktadır. Pek çok devlet tarafından kullanıldığı anlaşılan bu kalenin üzerinde bir demir madeni ocağı bulunmaktadır. Kalenin üzerinde Hititler dönemine ait olduğunu tahmin ettiğimiz seramik parçalarına da rastlanmaktadır. Anadolu’da Hititlerin demir madenini bildikleri ve işlediklerinin bilindiğine göre burası da onlardan kalan bir maden ocağı olma ihtimali yüksektir. Hititlerin kale yapmadıkları bilindiğine göre surlarından Aybastı kalesinin Roma eseri olduğu zannedilmektedir. Ayrıca kalenin Bizans ve Selçuklu döneminde de kullanıldığı anlaşılmaktadır. Aybastı kalesi Kilikya Ermeni Prensliği zamanda kullanılmıştır. Kilikya Ermeni Prensliği topraklarında bulunanı şehir ve kaleler Ermeni asilzadeleri tarafından idare edilmekteydi. Bundan dolayı Aybastı kalesi de Kilikya Ermenilerinin merkezi Sis’e (Kozan) bağlı bir senyörlük ya da baronluk merkeziydi. Hançerderesi kanyonunun doğusunda Kıtkuyu mezrası yakınlarında Hititler dönemine ait yerleşim yerlerinin izlerine rastlanmaktadır. Kaleboynu köyü yakınlarında Göksu ile Hançerderesi çayının birleştiği bölgede Roma, Bizans ve Ermeniler tarafından kullanılan bir kale daha bulunmaktadır. Hançerderesi kanyonunun yamacına yapılan Kaleboynu kalesi denilen buranın üst kısmında da bir manastır kalıntısı vardır.

 

Göksun’da en önemli şehir kalıntısı ise Küçükçamurlu Köyü ile Büyükkutu Mezrası arasında bulunmaktadır. Tanrıça Ma kültünün merkezlerinden biri olan Komana ile aynı döneme ait olduğunu düşündüğümüz bu şehir kalıntısı Hamamgözü (Hamamönü) denilen yerde bulunmaktadır bir diğeri de Kazandere Köyü’nün Kırıkkilise Mezrası’ndaki tarihi kalıntılardır. Burada bulunan kalıntıların, bir zamanlar, Komana’ya eş değerde bir şehrin kurulduğu izlerini taşımaktadır. Ancak burası Komana kadar ayakta değildir. Çok erken bir yerleşme alanı olup Roma ve Bizans sonrası terk edilmiştir. Bundan dolayı da tarihi eserler tahrip olmuş ve toprak altında kalmıştır. Etrafta bulunan kayalar içindeki mağara yerleşmeleri bulunduğuna göre bölge Hititler zamanında da meskûn bir mahaldi. Hamamgözü şehri sulak bir alana kurulmuş olup, sırtını doğusunda bulunan bir tepeye dayamıştır.

Burada Hamam denilen bir yapı kompleksinin etrafında pek çok tarihi kalıntı vardır. Hamamın kemerleri ve önünde bulunan bir sur kalıntısı hala ayaktadır. Etrafta bulunan yamaçlarda pek çok kaya mezarına rastlanmaktadır. Buranın 500 metre kadar doğusunda ise önemli bir alan içerisinde kuvvetli ihtimalle bir amfi tiyatro kalıntısının sahnesi hala ayaktadır. Bu tiyatronun yakınında kayalar içine oyulmuş karşılıklı biri kilise diğeri ise bir sunak bulunmaktadır. Geniş bir alana yayılan bu şehir kalıntılarından bir zamanlar burada 5 ile 10 bin insan barınacak kadar büyük bir şehir olduğunu tahmin ediyoruz. Burada gözle görülür bir şekilde Hitit, Kapadokya satraplığı, Roma, Bizans ve sonraki dönemlerinin izleri bir tarih şeridi gibi izlenmektedir.

 

Büyükkutu ve Küçükkutu köyleri arasındaki yamaçlarda tahrip olmamış üç önemli kaya mezarı veya evi bulunmaktadır. Şimdiye kadarki karşılaştığımız kaya mezarlarından farklı olan bu yapılar bir ailenin barınacak kadar geniş olup, içlerinde bir iki metre derinliğinde bir kuyu bulunmaktadır. Bu kaya mezarları, bölgede insanların M.Ö. 10.000 yıllarında yaşadığını göstermektedir. Bu durum bölgenin tarihini Prehistoria’ya (tarih öncesi) götürmektedir. Bunlardan başka Göksun bölgesinde başta Yiricek olmak üzere Büyükkızılcık, Payamburnu, Hacıkodal, Çığşak ve Mazgaç, Fındıklıkoyak ve Değirmendere gibi yerlerde kale ve pek çok diğer kalıntılara rastlanmaktadır. Bu kalıntılar kaya mezarı ve yerleşmesi, kale, tapınak gibi eserlerdir. Bunlara tarihleri M. Ö. 4000 yıllarına dayanan Kanlıkavak, Maltepe ve Bozhüyük gibi tarihi mekânları da ekleyebiliriz.

 

Göksun’un Yakın Çevresi: Komana (Placentia)

Göksun’un yaklaşık 60 km kuzey batısına düşen ve Komana denilen bölgenin tarihi M.Ö.300’lere kadar gitmekteydi. Burası Eskiçağ’da önemli bir dini merkez idi. Komana, Kapadokya’ya yayılmış olan Pagan dininin merkezi olup binlerce rahibin yaşadığı ve yetiştiği bir yerdi. Bu şehir, Makedonya, Roma ve Bizans döneminde de önemini korumuş, Hıristiyanlığın bölgeye yayılması ile de bu dinin merkezlerinden biri olmuştu. Komana’nın tahmini 10.000 civarında bir nüfusu barındırdığı günümüzdeki kalıntılarından anlaşılmaktadır. Burada amfi tiyatro, hamam, tapınak ve sunak gibi yapılar günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eserler bölgenin ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Anadolu’da Akdeniz ve Ege kıyılarından en uzakta bulunan tiyatro Komana’da bulunmaktadır. Burası Orta Anadolu bölgesinin en önemli seyir alanlarından biridir. Eskiçağ’da Göksun’un tarihini incelerken Komana ile birlikte değerlendirmek lazımdır. Çünkü bu dönemde Göksun ve çevresi Komana’ya bağlı durumdaydı. Komana gibi yüksek bir medeniyete ve kültüre ulaşmış bir şehre komşu olan bir yerin ondan etkilenmemesi mümkün değildi. Dolayısıyla Göksun’un buradan dinî, iktisadî ve kültürel yönden etkilendiği söylenebilir. Zira bunun en önemli delili, Komana bölgesindeki eserlerle Göksun bölgesindekilerin birbirine benzerlik göstermesidir. Bu eserlerin en önemlilerinden ikisi Göksun’un batı köylerinde bulunan Kırıkkilise denilen yerdeki iki sunak kalıntısıdır. Bu sunaklar, Komana’daki sunağa çok benzemektedir. Bu eserler M.Ö.300’lerde Kapadokya bölgesine hâkim olan Pagan inancının tapınma ve ölü gömme anıtlarıdır. Komana sunağı yıkılmadan günümüze kadar gelebilmiştir. Göksun sunakları ise, birinin ön cephesi dururken, ikincisi tamamen yıkılmıştır. Bu sunakların tarihlerinin M.Ö.300’ler ile M.S.300’ler arasında olduğu söylenebilir. Bunların Roma öncesi dönemde sunak ve mezar oldukları daha sonra ise Hıristiyanlığın kabul edilmesiyle birlikte kilise olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

 

Mama Krallığı’nın Merkezi

Hattiler’in bölgede kurdukları Mama Krallığı’nın merkezinin (Mama şehrinin) bu gün tam olarak nerede olduğu bilinmemekle birlikte, Maraş ile Göksun arasında dağlık bir bölgede olabileceği genelde kabul edilmektedir. Kültepe tabletlerinde geçen “Mama Dağında” ifadesi, bu şehrin dağlık bir bölgede aranması fikrini desteklemektedir. Prof. Dr Kemal Balkan ise, Elbistan veya Göksun civarında olabileceğini düşünmektedir. Dr. L. Gürkan Gökçek ise, yukarıda sözü edilen Mama Dağı’nın, Elbistan veya Göksun civarında olmasından ziyade, Maraş’ı Çukurova bölgesine bağlayan ve coğrafî olarak çok daha girift ve dar geçitleri ile Andırın bölgesinde aranması gerektiğini söyler. Ona göre, Mama şehrinin, daha çok Andırın civarında veya en azından Maraş’ı Toros dağlarına bağlayan bu uzantıda aranması gerekir. Mama şehir devleti, dönemin hatırı sayılır şehir devletlerinden biri idi. Çünkü Mama şehri, Kaniš-Asur arasında kervan güzergâhlarının geçtiği stratejik bir bölgede bulunuyordu. Mezopotamya ile Anadolu arasında gerçekleşen yoğun ticarî ilişkilerde önemli rol oynuyordu. Kültepe’de ele geçen Asurlu tüccarlara ait tabletlerden, Mama şehrinin önemli bir ticaret merkezi olduğu, devrin en tanınmış aile firmalarının burada yoğun şekilde faaliyette oldukları görülmektedir.

 

Tarihî Ticaret Yolları Güzergâhı

Göksun, Eskiçağ’da Orta Anadolu’dan Maraş üzerinden Mezopotamya’ya geçen sarp geçitler üzerinde bulunan önemli bir yerleşim merkezi ve tarih boyunca bir geçiş güzergâhı idi. M.Ö. 2350’lerde Anadolu’da Asur Koloni Çağında Kayseri’de Kaniş’ten (Kültepe) başlayarak Asurluların merkezi olan Mezopotamya’daki Ninova’ya kadar giden bir ticaret yolu vardı. Bu yol Kanişten başlayarak Göksun’dan geçerek Maraş, Dülük (Antep’in kuzeyinde bir yer) üzerinden başlayarak Birecik, Urfa, Harran’dan Ninova’ya giderdi. Bu tarihi yol üzerinde bulunmasından dolayı Göksun’un stratejik ehemmiyeti vardı. Yine Kuzey Suriye’yi Orta Anadolu’ya bağlayan yol da Göksun üzerinden geçerdi. Ayrıca Çukurova’dan gelen başka bir yol da Andırın üzerinden geçerek Göksun’a uğrayıp buradan Anadolu’nun iç kısımlarına ve Karadeniz kıyılarına geçerdi. Bütün bunlar bize; Göksun Eskiçağ’da bu tarihi yolların emniyetini korumak için kurulmuş ve karakol vazifesi yapan küçük bir şehir olduğunu göstermektedir.

 

Roma döneminde de Göksun’un ticaret yolları üzerinde bulunduğundan dolayı önemini koruduğu anlaşılıyor. Romalılar tarafından kullanıldığı anlaşılan bu ticaret yollarının Göksun’a Saimbeyli, Andırın, Kayseri, Elbistan, Afşin ve Maraş üzerinden bağlanmaktaydı. Roma İmparatorluğu’na bağlı olan Kommegene Krallığı ile Kapadokya bölgesi arasındaki irtibat da Göksun üzerinden sağlanıyordu. Özellikle Göksun-Geben üzerinden geçerek Andırın’dan Ayas’a (Yumurtalık) uzanan yol çok önemli bir ticari güzergâhtı. Çünkü bu yol Akdeniz’den gemilerle Ayas’a gelen tüccarların mallarını Anadolu’da taşıdıkları yol idi. Bu yol Kilikya Ermenileri zamanında daha da işlerlik kazanmış ve 15. yüzyıla kadar kullanılmıştır.

 

Doç. Dr. İlyas Gökhan