|
Göksun’a Çerkez İskânıRuslar, 19. yüzyılın başından itibaren Kafkasya’daki yayılma siyasetini kalıcı hale getirmek için uyguladıkları temel siyaset, mevcut beşeri yapıyı lehlerine çevirmek olmuştur. Demografik yapıyı değiştirmenin yolu olarak da Osmanlı devletine taraftar olma potansiyeline sahip toplulukları sürerek, yerlerine kendilerine daha yakın olabilecek toplulukları yerleştirmeye başladılar. Rusların giriştikleri tehcir ve tenkilin yoğunlaştığı Kuzey Kafkas’daki gelişmeler şöyle cereyan etmiştir: 1828-29 Osmanlı-Rus Harbi’nde Osmanlı Devleti’nin kaybı çok büyük olmuştur. 1829’daki Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti Kafkasya ve Gürcistan üzerindeki her türlü hükümranlık haklarını Rusya’ya terk etmiştir. Bundan sonra Kafkaslardaki Ermeni asıllı Rus Kumandanı General Yermelov’un Müslüman ahaliyi tamamen sindirmek ve Rus idaresini sağlamlaştırmak için zalimane idare yürütmüştür. Ruslar, 1864’de de bütün milli mücadele hareketlerini kanlı bir şekilde bastırarak, Kafkasya’yı tahakkümleri altına aldılar. Çar naibi Grandük Michel “Bir ay içinde Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün yerli halkın harp esiri olarak Rusya’nın çeşitli bölgelerine sürüleceğini...” ilân etmiştir. Milyonlarca insan aç ve sefil halde yollara düşer. Rusya, Anadolu’ya gelmek isteyen Müslümanların teşkilatlanacağı korkusuyla çoğunun yollarda maruz kaldıkları eziyet ve işkencelerle ölmelerine veya öldürülmelerine sebep olur. Bu sürgün, esaret ve mücadeleler günümüze kadar süregelir. Avrupa devletlerinin 18.yüzyıldan itibaren takip ettikleri şark siyasetinin hedefi de, Türkleri, önce Avrupa’dan sonra da Anadolu’dan çıkarmaktı. Öncelikle Balkanlar ve Kafkasya’da yaşayan müslüman toplulukları yerlerinden edilecekti. İşte bu şekilde yerlerinden oynayan çok sayıdaki bu topluluklar, Osmanlı Devleti’ne ve onun en güvenli yeri olan Anadolu’ya yöneldiler. Dönemin ahvâline ışık tutan belge şöyle diyor: “...Dağıstan’ı zabt ve istilâ ettiği gibi Çerkesistan’ı dahi ihâta ve tazyîka kemâl-i germiyet ile mübaderet eyledi ve Kuban boyundaki çerakise ve nogaylara –İstediğiniz tarafa gidiniz, deyu ruhsat vermekle geçen sene güz mevsiminde (H.1275) (M.1859) birçok çerkes ve nogay bahren istanbul’a gelerek hanlarda iskân olundular ve mevsim-i şitâ mürûriyle mevsim-i baharda nogaylar Adana eyâletinde vaki Çukurova’ya ve Çerkesler Kütahya ve Ankara taraflarına gönderildiler. Bu yazın dahi peyderpey gelen nogaylar Adana cânibine ve Çerkesler orta kola gönderilip iskân olunmak üzere sevkolunmuşlardır. Hazine’nin böyle müzayeka zamanında iskân-ı muhâcirîn hususu dahi mesârif-i külliyeye mûcib olarak bu dahi hazinenin yükünü ağırlaştırmaktaydı.” Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi adlı eserinde şöyle diyor: “1276 (1859)’da Rusya’nın Dağıstan’ı zabt ve istilası sebebiyle Çerkes ve Nogaylardan birçok aileler acı bir şekilde vatan-cüda olmuşlar ve İstanbul muhacir kafileleriyle dolmuştu. Bunlar önce hanlarda iskân edilmişler, bilahere baharla birlikte bir kısmı Çukurova’ya, bir kısmı Kütahya ve Ankara taraflarına iskân olunmuşlardır. Bu sırada bir muhacirun komisyonu kurulmuş ve artık ondan sonra daimi olarak vazife görür olmuştur. Çünkü itilâ devirlerinin aksine, artık vatan edindiğimiz topraklar yavaş yavaş gitmiş ve buradaki bütün müslüman kavimler Osmanlı rüyası altında huzur bulmaya başlamışlardır. Kafkas müslümanları için de vaziyet aynı olmuş, Onlar da sancak-ı Osmanlının gölgesine sığınmışlardır. Bu Osmanlı halifelerinin manevi nüfuzlarının da büyüklüğünü göstermiş ve tarih boyunca bu uhrevi sıfatlarına verdikleri ehemmiyetin ve vecibelerini ifadaki gayretlerinin de tabii bir semeresi olmuştur”. 1860’lara kadar ülkeye göç edenlerin sayısı azdı ve bu sebeple herhangi bir sıkıntı meydana gelmiyordu. Ancak Rusya’nın özellikle Kafkasya’da giriştiği hareketler sebebiyle buradaki Müslüman halk büyük kitleler halinde göçe başlayınca Osmanlı Devleti 5 Ocak 1860 tarihinde “Muhacirûn Komisyonu” kurarak bir iskân politikası belirledi. Bu iskân politikasının ilk hedefi ülkedeki boş arazileri değerlendirmek ve buraları tarıma elverişli hale getirmekti. Bu sebeple mümkün mertebe gelenlere büyük araziler verildi. İlk göçmen iskân bölgelerinin Bursa, Adapazarı, Aydın, İzmir, Çukurova, Bafra ve Çarşamba ovaları seçildi. Mesela Çukurova’da yerleştirilen büyük bir kitlenin yerleştiği yerin idari taksimattaki adı da Nahiye-i Muhacirûn idi ki bu ad daha sonra Ceyhan ilçesine dönüşecekti. Fakat göçmenlerin sayısının beklenenden çok fazla olması nedeniyle, zamanla arazi sıkıntıları da baş göstermiştir. Bu sebeple adı geçen yerlerin dışında olarak Ankara, Konya, Kayseri ve Suriye gibi yörelere de göçmenler iskân edilmiştir. Özellikle Kafkasya’nın dağlık bölgelerinden gelen göçmenlerin iklimi sıcak olan bölgelerde yerleşmek istememeleri de iskân sahalarının tercihinde önemli bir rol oynamıştır. Genel olarak Çerkez olarak tanımlanan Kuzey Kafkasya muhacirlerinin toplu olarak, kalabalık kitleler halinde yerleştirilmemelerine hususen dikkat edilmiştir. Balkanların elden çıkması sırasında burada hep hıristiyan devletlerin kurulması, Anadolu’da bir takım tedbirler alınmak zaruretini ortaya çıkarmıştır. Bu gelişmelerin Maraş’da da müşahhas bir şekilde yaşandığı malumdur. Bu dönemde Maraş’ta da yoğunlaşan Ermeni olaylarına karşı yörede Kafkas muhacirlerinin iskânına gayret edildiğini ve bu zümrelerin bu olaylar esnasında ön plâna çıktığını görüyoruz. Mesela Andırın’da meydana gelen Karışıklıkları önlemek için görevlendirilen komutanların (Halep Kumandanı Ethem Paşa, Maraş kumandanı Mustafa Remzi Paşa, Sait ve Ziver Paşalar) hepsinin Çerkez olması tesadüf değildi. Kafkasya’dan Türkiye’ye yönelen göçlerin Maraş ve civarına yerleştirilmeleri konusunda arşiv kayıtları dışında Osmanlı tarihlerinde en teferruatlı bilgiyi Ahmet Cevdet Paşa’da buluyoruz. Cevdet Paşa’nın bölgedeki diğer sancakların yanı sıra Maraş’da da sancak valisi olarak görev yapması, olayların hem özüne hem de teferruatına sahip olma fırsatını verirken aynı zamanda bunu eserlerine yansıtma imkânını da sağlamıştır. Maraş ve civarına yerleştirilen Kuzey Kafkasyalı muhacirlerin hangi topluluktan olduğu her zaman açık olarak gösterilmez. Bunlar genel olarak Çerkes zümresi olarak mütalaa edilir. Hicri 1278 tarihli bir belgede Harput ve Maraş’a yerleştirilecek muhacirlerden bahsedilirken, gelenler Çerkes olarak adlandırılır ve nakil işi için ihtiyaç duyulan araba ve hayvanların temini bedelinin de Kangal ahalisince ödenmesi istenir. Fakat buraya yerleştirilen Kafkas muhacirlerinin büyük bir kısmı Çeçen zümresine mensuptu. 1864’teki İlk büyük göçte 5000 Çeçen aile Türkiye’ye gelmişti. Yine bölgeye 3000 hane Nogay’ın da yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Bundan rahatsızlık duyan Rusya 1867–1874 arasındaki ikinci büyük göçe engel olmaya çalıştı. Bu sebeple bu yedi yıllık dönemde ancak 3400 kişi Türkiye’ye gelebilmiştir.1 Hicri 1318 tarihli bir belgeye göre ise 30 bin hane Çeçen kabilesinin Rusya’dan Türkiye’ye göç hazırlığında olduğu bildiriliyor ve gerekli tedbir ve hazırlıkların yapılması isteniyor. Bazı diğer belgelerin muhtevasından etraftaki Çeçen iskânından Maraş da kendine düşen payı almıştır. Bunlara yerleştirildikleri yerlerin ahalisi tarafından rahatsızlık verildiği de anlaşılmaktadır. Önceleri Çukurova ve Narlı taraflarına yerleştirilen Çerkezler daha sonra Kayseri-Maraş ve Sivas arasında iskâna tabi tutulmuşlardır. Uzunyayla olarak bilinen Pınarbaşı ile Gürün arasındaki platoya 1859’dan itibaren yerleştirilmeye başlayan Çerkezler ile bölgede göçebe bir hayat yaşayan Türkmenler arasında başlayan kavgalar sebebiyle bölgede asayiş sarsılmıştır. Bu sıra başlatılan Fırka-i İslâhiye hareketi ile Göksun taraflarında yaşayan Avşar, Cerid, Tecirlü, Bozdoğanlı gibi Türkmenler Maraş, İslâhiye ve Çukurova’ya zorunlu iskâna tabi tutulmuştur. Bunların boşalttıkları köyler ve yaylalara da Çerkezler yerleştirilmiştir. Göksun ve etrafına da pek çok Çerkez yerleştirilmiştir. Bu bölgede yaşayan Çerkezler arasında Avar, Abzek, Çeçen, Lezgi, Kabartay ve Ubıh gibi unsurlar bulunmaktadır. Göksun’un Sırapınar mevkiine iskân olunan Kafkas kökenli muhacirlerin burada kuracakları köyün adına padişah iradesiyle 18 Mart 1903’te Mecidiye adı verildi. Göksun’a gelen muhacirlerin yiyecek buğday ihtiyaçları Maliye Nezareti tarafından karşılanıyordu. 27 Mart 1906’de Maliye Nezareti tarafından gönderilen yazıda; Kargaçayırı adındaki yerde bulunan yirmi iki evde 77 nüfusun bulunduğu ve bunlar adına 1906 yılına mahsuben sekiz aylık ihtiyaç için yiyecek buğday almaları amacıyla 11.198 kuruş para gönderildiği bildirilmektedir. Bu belge ile anlaşılıyor ki, Osmanlı Devleti, misafir olarak aldığı Balkan göçmenlerinin buğday ihtiyaçlarını bile ayrıntılı olarak dikkate almış ve bedelini ödemiştir. Zeytun Ermenileri eskiden beri isyan, yol kesme ve tecavüz gibi eylemlerde bulunduklarından dolayı Müslümanlar şikâyet ediyorlardı. İşte bu şikâyetleri ortadan kaldırmak amacıyla, 15 Nisan 1899’da Afşin nahiyesi ve Andırın kazasına bağlı Göksun nahiyesine Müslüman Türk muhacirlerin yerleştirilmesi düşünüldü. Bu arada Göksun’un üçüncü sınıf bir kaza yapılması da dikkate alındı. Bu yaklaşımlar çerçevesinde Kargaçayırı 300, Bertiz nahiyesine 300, Hamidiye caddesi civarına ve Nedirli’ye 200 hane muhacir gönderilerek iskân edildi. Kargaçayırı’na yerleştirilen muhacirlerin sabıkasının bulunmaması ve Türk olmasına dikkat edildi. Zeytun’a bağlı Sarıgüzel köyünde iskân edilen Müslümanlara yeteri kadar arazi bulunmadığından, buraya iskân edilenlerin bir kısmının Kargaçayırı’na yerleştirilmesi istendi. Ayrıca bu arazilerin dağlık mera olması dolayısıyla buralara yerleştirilecek muhacirlerin hayvancılık gibi işlerle meşgul olmaları tavsiye edilirken, özellikle eskiden beri hayvancılık işlerini yapanların iskân edilmeleri dikkate alındı. Göksun’a yerleştirilecek muhacirlerin Müslüman ve Türk olmalarının açıkça belirtilmesindeki amaç, Zeytun’u çember içine almaktı. Eğer yerleştirilecek muhacirler Türk olmazlarsa bunların Zeytun Ermenileriyle irtibat kurması mümkündü. Bugün Kahramanmaraş’ın köyleri arasında aynı adla yaşamasa da eski adları Kafkas muhacirlerinin iskânını açıkça gösteriyor. Andırın’a bağlı Abazalı; Elbistan’a bağlı Çerkes uşağı (Efsus nahiyesine bağlı Çerkescik); Pazarcık’a bağlı Dehliz Çerkesleri, Göynük Çerkesleri, Narlı Çerkesleri, Karaçay; Göksun’a bağlı Soğucak gibi. Aşağıda bu köylerden tesbit edilenlerin listesi ve nerelere bağlı olduğu verilmiştir. Hâlen Göksun ve köylerinde Kabartay, Çeçen, Abeze ve Şabsığ dilleri kullanılmaktadır. İÇERİĞİ PAYLAŞIN |