|
Rahip ve Papazların Sürgün YeriGöksun, devlet ve dinî yönetimle ters düşen papaz ve rahiplerin sürgün yeri idi. Bilhassa Göksun’a İstanbul’dan sürgün edilen ya da çile doldurmak amacıyla rahip ve rahibelerin geldiği görülmektedir. Bunlardan biri olan İstanbul Patriği Jean Chresostome (Aziz İonnes Khrysostomos) (347-407), imparatoriçe Eudoxie (383-404) ile arası açıldığından dolayı Göksun’a (Cucusus) üç yıl sürgün edilmiştir. Bu adam sürgün yeri olan İzmit’ten alınarak yaz sıcaklarında yetmiş gün yaya olarak yürütülerek Göksun’a ulaşmıştır. Aziz İonnes Khrysostomos Göksun’a geldiğinde boş durmayarak imparatorluğun idari ve dini merkezi olan İstanbul’da bulunan yandaşlarına mektuplar yazmaya devam etmiştir. Onun burada geçirdiği sıradaki hayatı ayrıntılı olarak günümüze kadar gelmiştir. Bu papazın Göksun’un ağır kış şartlarına dayanamayarak İstanbul’a başvurduğu ve başka bir yere gönderilmesini istediği görülmektedir. Bunun üzerine Karadeniz taraflarında yeni bir yere sürgüne gönderilirken yolda ölmüştür. Bu papazın Göksun’dan Afşin’e (Arabissus) kadar gittiği de bilinmektedir. Onun günümüze kadar ulaşan dini sohbetlerini Göksun’da yazdığı bilinmektedir. Bunlar Hristiyanlığın en önemli vaazları sayılmaktadır. 1835 yılında Anadolu’yu gezen Charles Texier eserinde bu konuya değinir, Bizans mahkemesi tarafından cezalandırılan papazların sürgün yeri kendi tabiriyle Küçük Armeniya’nın bir şehri olan Göksun idi. Texier eserinde bu olayı ve buna bağlı olarak Göksun’u şöyle anlatır; “Bu kasaba eski Kukusus (Cucusus’’tur. Bu şehir, ancak Bizanslıların zamanında tanınmıştır. Özellikle üç yıl burada kalan (404-407) Jean Chrysostome’un sürgün yeri olarak meşhurdur. Chrysostome, sürgün süresini İzmit’te geçirmek istediği halde Eudoxie (imparatoriçe) onu yaz sıcaklarında yetmiş gün yürütmek şartıyla bu Göksun’a gönderdi”. …Yokluğu başkentte (İstanbul) papaza duyulan büyük saygınlığı arttırdı ve bu yerlerde dolaşırken insan aklı pederlerinin en iğrenç eziyetlere karşın yüce görevlerini yerine getirdikleri büyük döneme gidiyor. Eğer imparatoriçe Eudoxie’nin kötülüğü hakkında bir fikir edinmek istenirse, bu Cucusus kasabasının ne olduğunu anlamak gerekir: yeşillikten tamamen yoksun killi dağlar ile çevrili alçak bir ova, herhangi bir otun bitemeyeceği killi bir tepe üzerine oturmuş küçük bir kasabadır. Tabloyu tamamlamak için yolculuk günlüğümüzden bir sayfayı buraya ayırıyoruz. Göksun’daki günlerimiz çok acı geçti. Ağaç gövdelerinden yapılmış kulubelerde, bataklıklarla çevrilmiş, toprağı yüzyıllardan beri birikmiş bir pislikler yığınıdır. Çevre bataklıklar kadar cıvık olan köyün çevresi dışına bir adım atamıyorduk. Gece vardık. (28 Haziran 1835) ve bir ağacın içinde ölmek üzere olan adamın yattığı bir kulübeden başka bize vereceği yoktu. Kulubenin bir köşesine adamın üzerinde yattığı döşek çekildi, etrafına ayrı bir daire oluşturacak biçimde hasırlar çevrelendi. Diğer köşede de bize yatak gibi bir şey serildi. Ama hastanın inlemelerinden gözümüze uyku girmiyordu; gece vakti, gidip ağayı uyandırması ve bize başka bir barınak bulması söylendi. Zavallı adam, arkasında çavuşu, bütün evleri yoklamaya başladı; fakat odaya üşüşmüş hiçbir ailenin bize verebileceği bir köşesi yoktu. Sonunda ağanın aklına sevindirecek bir fikir geldi. Sultan adına, bir kümesten kümes hayvanlarını ve koyunları çıkarttı ve kümesi bize bıraktı. Bu sırada, ailenin ocağında oturuyorduk; hemen hemen hepsi boğmacaya tutulmuş altı çocuğun üst üste yığıldığı tek bir göz vardı. Kızların en büyüğü, en genci kollarında sallıyordu; zekâ geriliği olan nine neredeyse çırılçıplak, bir halıya oturmuş, evine yabancıların yerleştiğini gördüğünü mırıldanıyordu. Sonunda kümesimizi teslim aldık. Yol arkadaşım çok yorgun olduğu ve atımız da olmadığı için Göksun’da kaldığımız iki günü yatakta geçirdi. İşte Aziz Crisostome’un ölümsüz dini sohbetlerini yazdığı yer. Onun Türkmen ailelerinden daha iyi bir durumda yaşamadığından emin olunabilir. Bu yörelerde gezgin yolcularının kaynaştıkları en büyük güçlük at bulmaktır. Atları olan aileler onları kolay kolay ödünç vermezler ve yayla değiştirirken yük hayvanı olarak öküz ve inek kullanırlar. Onların ayrıca öküzlerin çektiği birkaç tane arabası vardır. Yükler için kullanabilecekleri başka bir taşıma imkânı yoktur. İlerlerken ne kayalıklardan ne de yarıklardan çekinen bu arabaların hangi güç yolları aşabileceklerini görmek ilginçtir. Göksun köyü, ağaç kütüklerinden yapılmış kulübelerden oluşan, her tarafı bataklık, hüzünlü bir yerdir. Göksun’dan Maraş’a giden yol, bu gün ıssız olan, fakat orta çağda, çok sayıda kaleleriyle gelişmiş olan hayran olunacak bir memleketten geçer. Bu kalelerin çoğu, Ermeni liderleri tarafından yaptırılmıştır. Bunlardan Çinçin Kale adında Toros’un doğu yamacına yapılmış olanı, dikkat çekicidir. Burada Bohemond’un yönettiği Haçlı kuvvetleriyle Fransızların müttefiki Rupenliler prenslerinin anıları vardır. İÇERİĞİ PAYLAŞIN |